Matt Hranek dünyayı dolaşarak otomobil sahiplerinin arabalarına olan tutkulu bağlılıklarını kitaplaştırdı.
SAATLERİN VE ARABALARIN ortak bir özelliği var. Zevk için önemli miktarda parayı gözden çıkarmaktan çekinmeyen erkekler açısından bu iki cazibe unsuru klişeye dönüşmüş durumda. Bir Rolex ya da vintage bir Porsche, bu tür merakları olan varlıklı erkekler için cool görünmenin kestirme yolu da olabilir. İşte fotoğrafçı, dergi yazarı ve iyi yaşamayı düstur edinen Matt Hranek ilk kitabı olan A Man & His Watch (Artisan, 2017) ve daha sonra da A Man & His Car’da (Artina, baskı tarihi 13 Ekim) bu hikâyeleri anlattı.
Hranek yeni kitabında arabaların fotoğraflarını çekmek için 25 yıllık ticari ve editoryal fotoğrafçılık deneyiminden ve aynı zamanda herhangi bir otomobil tutkununu cezbedecek öyküleri ortaya koymak için de tatlı sohbetinden yararlandı.
Fortune da, kitaba ve erkeklerin niçin arabalarına aşık olduklarına dair Hranek’le görüştü.
İlk kitabınız saatler ve erkeklerle ilgiliydi. Bu erkeklerden bazıları aynı zamanda bu kitapta arabalarıyla ilgili olarak da konuşuyor. “Saat tutkunu adamlar”la “araba tutkunu adamlar”ın arasındaki bağı nasıl açıklayabilirsiniz?
Sanırım erkekler estetik açıdan güzel makineleri seviyorlar. Ve sanırım bunların sembolik bir ağırlıkları da var. Bir saat ve bir araba… Bunların seçiminde çok bilinçliyseniz, dünyaya kendinizi son derece spesifik bir şekilde tanıtabilirsiniz. Ancak her ikisinin duygusal bir anlamı da var ya da daha doğrusu böyle bir potansiyel söz konusu. Babanızdan size miras kalan bir saat, ki bu benim için geçerli ya da lisedeyken hayalini kurduğunuz ve birdenbire size ait olan bir araba. Bunlar sıklıkla insanların hayatında önemli olaylardır.
Bu kitabın hazırlanış sürecinde fotoğraf çekimi için lojistik olarak nasıl bir hazırlık yaptınız? Kuşkusuz saatleri stüdyoya sokmak çok daha kolay…
Saat kitabında olduğu gibi, bu kitapta da otomobillerin oldukları gibi görünmelerini istedim. Yıkanmayacak, parlatılmayacak, elden geçirilmeyecekti. Yıpranmış, eskimiş görüntü korunacaktı. Ayrıca otomobillere nasıl baktığımız ve aynı zamanda tasarımcıların da arabaların nasıl görünmesini istedikleri hakkında düşündüm.
Lojistik açıdan bakıldığında, bu proje tam bir canavardı. Bu arabaların fotoğraflarını çekmek için tüm dünyayı dolaşmam gerektiğini biliyordum ve bunu yapmak için devasa bir bütçem de yoktu. Bundan dolayı çok akıllıca davranmam gerekiyordu. Saatlerde olduğu gibi, her şeyi siyah bir zemin üzerinde görüntülemek istedim ve böylece mobil bir set oluşturdum. Yırtılmaz kumaştan büyük bir sahne arka perdesini, suyla dolu “kum torbaları”nı, çadır kazıkları ve ipin tümünü büyük bir Filson hokey çantasına doldurdum. Bununla bir buçuk yıl kadar dünyayı dolaştıktan sonra artık neredeyse görmemek için yakacaktım.
Kitaptaki hangi araba sizin “beyaz balina”nızdı? Yani takip edilmesi en zor olan?
En maceralısı, bu inanılmaz, tamamen orijinal 1933 Bugatti Type 59’un sahibi, endüstri tasarımcısı Marc Newson’du. Onunla görüştüğümde, kendisi Yunanistan’daydı; bana şöyle dedi: “Dinle, araba Londra dışında bulunuyor. İstediğin zaman gidip, çekim yapabilirsin”. Böylece Londra’ya uçtum, arabanın bulunduğu çiftliğe beni götürmesi için bir taksi ayarladım. Ancak benim geleceğim kimseye söylenmemişti. Çiftliğin sahibi kolunu kırmıştı, Bugatti ise diğer tüm değersiz arabalarla çevrili halde garajda duruyordu. “Bugatti’yi buradan çıkarmamız gerekiyor!” dedim.
Böylece ben, taksi sürücüsü ve kolu kırık bir adam, hep beraber işe koyulduk. Sekiz arabayı dışarıya çıkardık ve ben çekimleri yaptım. Oradan fotoğraf çekmeden ayrılmam söz konusu olamazdı. Bu tür işlere kalkışırken durumun spontanlığının farkında olmalısınız. Çünkü muhtemelen bir şeyler yolunda gitmeyecektir.
Jay Leno ve Ralph Lauren gibi, söyleşi yaptığınız insanlardan bazıları yüzlerce otomobilden oluşan devasa koleksiyonlara sahip. Hangi arabanın kitapta yer alacağına nasıl karar verdiler?
Bu hep tek bir sorunun cevabıyla belli oluyordu: Bu arabalardan hangisiyle derin bir duygusal bağınız var? Bunlar her zaman da en şaşaalı arabalar değildi; en pahalıları ya da tahmin edilenleri… Leno’nun garajına girdiğinizde, orada bazı etkileyici otomobiller görüyorsunuz ama o 1972’de Los Angeles’a gelince 350 dolara satın aldığı 1955 model Buick Roadmaster’ı tercih etti. Bu, tamir etmeye çalışırken içinde yattığı ve aynı zamanda karısıyla flört zamanlarında kullandığı araba. Şimdi de harika bir bicime yenilenmiş durumda.
Sizi en çok etkileyen araba hangisiydi?
Fiat Panda’ları seviyorum. Arkadaşım Paolo Tumminelli araba tasarımı öğretiyor (Köln Üniversitesi’nde); kendisinin çok çarpıcı arabaları var, harika arabalar kullandı. Ama asıl tutkusu Fiat Panda; Giorgetto Guigiaro tarafından tasarlanan ilk modelleri ve bu tutkusu da bulaşıcı. Şu küçük kutu, oyuncak Land Rover’a, küçük bir çocuğun sürebileceği arabaya benziyor. Ancak çoğu insanın dönüp ikinci defa bakmayacağı tasarımındaki incelik derin bir düşünmenin sonucu ve kanımca son derece göz alıcı, muhteşem.
Kitabın açılış sayfası için kendi 1987 model Porsche Targa’nızı seçtiniz. Sahip olduğunuz arabalar arasında niçin bunu tercih ettiniz?Ben 80’lerde çocuktum ve Porsche 911’i çok seviyordum. Odamda Targa’nın posteri vardı. Bu arabaya bakarken gözbebeklerim büyüyor, kalbim küt küt atıyordu. Karımla tanıştığımda ise bu, eski erkek arkadaşının arabasıydı. Yolanda bu arabayı ona bir açık artırma sırasında satın aldırmıştı; erkek arkadaşının arabalardan pek anlamadığını düşünüyordu. Biz daha sonra bu arabayı San Francisco’dan Palm Springs’e gitmek için ödünç aldık ve gizlice evlendik! Bu sürede yaşananlarda pek çok ilginç ayrıntı da var ama nihayetinde ben bu arabayı zorlu bir pazarlık sürecinin ardından satın almayı başardım. Sanırım iyi bir anlaşma yaptım.