Anasayfa / Gündem / EKONOMİDE PUSULA NEREYE DÖNECEK?

Gündem

  • 486

EKONOMİDE PUSULA NEREYE DÖNECEK?

image

Covid-19 salgını ve küresel ekonomik kriz devam ederken ne yazık ki global düzeyde kapsamlı bir çözüm henüz yok. Ağır borç yükleri zengin ve fakir ülkeler arasında kalıcı bir küresel ayrışma yaratmasından endişe ediliyor. Bu yanıtı zor problem, dünyanın en önemli gündem konularından biri. Peki, bu geçiş döneminde Türkiye geleceğini nasıl inşa ediyor? İş dünyasının olağanüstü çabaları yeni dönemi karşılamaya yeterli olacak mı? Gelecek dönem ekonominin pusulası nereye dönecek? Bu ve benzer soruların yanıtlarını araştırdık...

 

DEVLETLER, Covid-19 salgını ile mücadele kapsamında 20 trilyon dolara yaklaşan devasa parasal ve mali tedbirlerine rağmen 2020, 1929 Büyük Buhran’dan bu yana küresel sistemin yaşadığı en kötü yıllardan biri olarak tarihe geçti. Bu dönemde Türkiye etkili bir kredi büyümesi ile hızlı bir toparlanma süreci yaşadı. Ancak işsizlik ciddi bir problem olmaya devam ediyor. Aşının bulunmasıyla tünelin ucunda ışık belirdi. Gelinen noktada, kontrol dışı durumlara fazlaca odaklanmak yerine, dönüşüm ile birlikte elde edilen yenilikler ve bunların getirdiği faydalara odaklanmak ve sürekliliğini sağlamak kritik seviyede önem taşıyor. Türkiye ekonomi yönetimi ve Merkez Bankası’nın son zamanlarda attığı adımlar, Türkiye ekonomisinin yeniden istikrara kavuşmasında önemli bir rol oynayacak.

 

2021’DE HIZLI TOPARLANMA

Türkiye, 2021’de hızlı toparlanan ekonomilerden biri olmayı başardı. G20 ülkeleri arasında sadece Çin ve Türkiye 2020’yi büyümeyle kapattığını hatırlatalım. Türkiye’de 2021’nin ilk çeyreği güçlenen toparlanma sinyalleriyle geçti. Aşılama sürecindeki başarılı sonuçlar bu görünümü güçlendiren en önemli konuydu. Kalıcı toparlanmanın sağlandığı bu dönemde öncü göstergeler salgın öncesi dönemin üzerinde seyrediyor. Yine de yakın vadeli ajandada istihdam ve kamu maliyesi sorunları yer alacak. Bunun yanında devam eden destekler ve piyasaların enflasyonist fiyatlamaları zaman zaman karmaşaya yol açıyor. Otoritelere göre desteklere halen ihtiyaç var ve ekonomilerde topyekûn iyileşme döneminden uzaktayız. Piyasalar ise para arzı bolluğunun yan etkilerini fiyatlıyor. Özetle aşağı yönlü riskler geçen yıl sonuna kıyasla güçlenmiş ve bir kısmı hayata geçmiş olsa da 2021’in 2020’den daha olumlu geçeceğini söylemek mümkün.

 

TÜRKİYE 2. ÇEYREK SONUÇLARI

GSYH 2021 yılının ikinci çeyreğinde yüzde 21,7 oranında büyüme kaydetti. İkinci çeyrekte tarım sektörü yüzde 2,3, sanayi sektörü yüzde 40,5 ve hizmetler sektörü (inşaat dâhil) yüzde 20,5 oranında büyüdü. Söz konusu dönemde toplam sabit sermaye yatırımları yüzde 20,3 oranında artarken; özel tüketim ve kamu tüketimi harcamaları sırasıyla yüzde 22,9 ve yüzde 4,2 oranlarında arttı. Net ihracatın büyümeye katkısı ise 6,9 puan oldu. İnşaat yatırımları 2021 yılı ikinci çeyreğinde yüzde 12,2 oranında, makine teçhizat yatırımları ise yüzde 35,2 oranında arttı. Bu dönemde özel tüketimin büyümeye katkısı 13,7 puan olurken kamu tüketimi ekonomik büyümeye 0,7 puan katkı verdi.

 

KAMU BORÇLARI YÖNETİLEBİLİR SEVİYEDE

Türkiye ekonomisinin, baz etkileri ve üç yıllık inişli çıkışlı krizlerin ardından toparlanma göstermesiyle birlikte 2021 ve 2022 yıllarında güçlü bir şekilde büyüyeceği öngörülüyor. Euler Hermes Kıdemli Ekonomisti Manfred Stamer “Hesaplamalarımıza göre Türkiye’de 2019’da GSYH’nin yüzde 33’ü seviyesinde olan kamu borcu, Covid-19 ile birlikte GSYH’nin yüzde 37’sine yükseldi. Bu, kamu borçları bağlamında, Türkiye ile eş seviyedeki gelişmekte olan ülkelere kıyasla nispeten düşük ve yönetilebilir bir durumda olduğumuzu gösteriyor” diyor. Peki, kamu borçlarında Türkiye için orta vadede risk var mı? Euler Hermes’in hazırladığı Kamu Borçları Sürdürülebilirlik Riski Skoru tablosuna bakalım. Burada gelişmekte olan 101 ülke bulunuyor. En riskli 20 gelişmekte olan ülke arasında Mısır, Güney Afrika, Hindistan, Brezilya ve Pakistan gösteriliyor. Tabloda, “en savunmasız” olarak işaretlenen ülkelerin, uluslararası borç verenlerden finansal destek arama, borç hafifletme, yeniden yapılandırma girişimlerine başvurma veya kamu borçlarında temerrüde düşme olasılığı yüksek olarak belirtiliyor. Türkiye’nin bu tabloda 30. sırada yer aldığını belirten Stamer “Bu, Türkiye’nin önümüzdeki iki yıl içinde temerrüde düşmesini veya kamu borcunu yeniden yapılandırmasını beklemediğimiz anlamına geliyor. Ancak sıralama orta vadeli bir riske de işaret ediyor. Önümüzdeki iki yıla dikkat edilmeli” diyor.

 

ÇELİŞKİ NEREDEN KAYNAKLANIYOR?

Ekonomist Mahfi Eğilmez’in kendi bloğunda kaleme aldığı yazısında içinde bulunduğumuz durumu çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Temmuz ayında yayınlanan analizde Eğilmez, Türkiye’de piyasalara ve insanlara baktığınızda iki farklı dünyanın görüldüğüne dikkat çekiyor. Eğilmez, “Toplumun büyük bölümü ya geçinemiyor ya da borç harç idare ediyor. Buna karşılık bir bölümü de üst düzey bir harcama eğilimi içinde görünüyor. Konut satışları geçen yıla göre biraz düşüş gösterse de hala çok yüksek görünüyor, otomobil satışları rekorlar kırıyor, kentlerdeki alışveriş merkezleri dolup taşıyor, trafik son derecede yoğun görünüyor, tatil yerlerinde yer bulunmuyor, salgın sonrası açılan lokantalar, kafeler dolmaya başlıyor, e-ticaret bütün zamanların en yüksek satışını yapıyor” diyor. Örnek olarak otomobil ve hafif ticari araç satışlarını ele alan Eğilmez, geçen yılın haziran ayından itibaren birkaç ay dışında satışlar on yıllık ortalamaların üzerinde, bu yılın ilk altı ayında ise geçen yılın ilk altı ayının oldukça üzerinde seyretmiş görünüyor. Lüks ve lüks üstü olarak sınıflandırılan otomobillerde satış miktarı ilk altı ayda (198.336) geçen yılın ilk altı ayına göre (141.139) yüzde 41’e yakın artış göstermiş durumda” diyor. Resmi verilere baktığımızda Türkiye’nin GSYH’si 2013 yılında 951 milyar dolar, kişi başına ortalama yıllık geliri 12.480 dolardı. Bugün GSYH yaklaşık 750 milyar dolar, kişi başına gelir ise yaklaşık 9.000 dolar dolayında. Yani gelirlerimiz son yedi yılda yüzde 30’a yakın gerileme sergiliyor. Buna karşılık piyasa yukarıda değindiğimiz gibi son derecede canlı görünüyor. Demek oluyor ki gelirlerimiz düştüğü halde birçok alanda talepte artış var ve ekonomi canlılığını koruyor. Bu çelişkili durum nasıl açıklanabilir? Eğilmez, bu sorunun yanıtını şöyle veriyor: “TL’nin yabancı paralara karşı yaşadığı değer kaybı, bir başka deyişle sürekli karşılaştığımız kur artışı, fiyatları artırıyor ve enflasyonun daha da artacağı beklentisi yaratıyor. Bu durumda insanlar fiyatlar daha da artmadan bir an önce elindeki arabayı, beyaz ve kahverengi eşyayı, mobilyayı yenisiyle veya daha iyisiyle değiştirmeye çalışıyor. Hatta daha ileri giderek fiyatlar daha fazla artmadan dayanıksız tüketim mallarını da stokluyorlar.”

 

ENFLASYON TARTIŞMALARI

İş Yatırım Uluslararası Piyasalar Direktörü Şant Manukyan, haziran ayının ortalarında Anadolu Ajansı’na küresel finansal piyasalardaki son gelişmeler ve merkez bankalarının para politikaları hakkında dikkat çekici değerlendirmelerde bulundu. Manukyan, içinden geçilen dönemde belirsizliklerin yer değiştirdiğini, geçen aylarda konuşulan salgının nasıl ilerleyeceği gibi konuların en azından gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerden bazıları için geride kaldığını vurguluyor. Manukyan, artık enflasyon trendi, merkez bankaları politikalarının nasıl şekilleneceği ve büyüme gibi belirsizliklerin tartışıldığına işaret ederek, bunların ortadan kalkmasının ise zaman alabileceğini söylüyor. Fed’in, taperinge ne zaman başlayacağı konusunun ağustos sonuna kadar netlik kazanabileceğini belirten Manukyan, “Diğer yandan enflasyon tartışması biraz daha uzun sürecektir. Enflasyondaki mevcut seviyeler geçici mi, yoksa hakikaten enflasyon dinamikleri değişiyor mu? Fed’in, enflasyonun geçici olduğu konusunda piyasayı ikna ettiğini görüyoruz ama 4. çeyreğe kadar rakamlarda biraz daha net bir şekilde bu görülmezse tekrar enflasyon dinamiklerinin daha kuvvetli bir şekilde ortaya çıkabileceğini düşünüyorum” diyor. Manukyan, büyüme konusundaki belirsizliklerin giderilmesinin ise ABD ve Çin’in politikasına bağlı olacağını vurgulayarak şunları söylüyor: “ABD tarafında net olarak bilmediğimiz bütçenin ne kadarlık kısmının geçeceği. ABD’de 2022’de ara seçimler var. Bu seçimlerde Cumhuriyetçilerin herhangi bir şekilde Senato veya Temsilciler Meclisi’nde bir üstünlük elde etmesi, harcamalar konusunda bir belirsizlik yaratacaktır. Çin tarafının ise önümüzdeki yıl normal büyüme patikasına geçmesi önemli olacaktır. Dolayısıyla bu belirsizlikleri kademeli olarak ortadan kaldırabileceğiz. İlk sırada yer alan Fed’in taperinge başlamasına ilişkin zamanlama ağustos ayı gibi şekillenecek, diğerleri ise biraz daha zaman alacak diye düşünüyorum.” Evet, genel ekonomik durumun görünümünü bu şekilde özetlemek mümkün. Diğer yandan başta blok zinciri olmak üzere teknolojinin getirdiği yenilikler iş dünyasının gündeminde daha fazla önem kazanıyor. Uzmanlara göre; yeni dönemde sürekliliğini sağlamak kritik seviyede önem taşıyor.

 

TİCARETTE BLOK ZİNCİRİ DEVRİMİ

AB Parlamentosu’nun dış ticaret politikası olarak kabul ettiği blok zinciri ile ticaret konusu Türk iş dünyasının gündeminde. Blokchain Türkiye Platformu, ‘Tedarik Zincirleri ve Uluslararası Ticaret Zinciri için Blok Zinciri’ başlıklı çalışmasında blok zinciri, AB ile yüksek ticaret hacmine sahip Türkiye ekonomisi için hayati öneme sahip olduğu vurgulanıyor. 45 ülke blok zincir gelişmelerini hem iş dünyası hem teknoloji tarafında çalışıyor. Dünya Ticaret Örgütü, OECD, Dünya Gümrük Örgütü de bu çalışmaları yapıyor ama Avrupa Birliği çok ileri seviyede. Ülkemizde ise bu konuda farkındalık yaratılmaya çalışılıyor. Uzmanlara göre; sürdürülebilir ticaret için buna ihtiyacımız var. Ortalama bir dış ticaret işleminde 36 orijinal, 240 da kopya dokümanın aktığı düşünülüyor. Hataya, suiistimale çok açık bir alan. Bu yüzden blok zinciri dış ticaret için en uygun teknoloji olarak öne çıkıyor. Örneğin dijitalleşmiş bir gümrükte bile aracın ortalama geçiş süreci sekiz saat iken blok zinciri teknolojisiyle bu süre 30 saniyeye kadar inebiliyor. Blok zincir ile sigorta şirketleri de çok daha net bir şekilde risk analizi, değerlendirmesi yapabiliyor. Ticaret odaları tarafından verilen menşei sigortasında da taklit ürünlerin önlenmesi konusunda çok önemli bir etkisi var blok zincirin. Bu sertifikalar Avrupalı markaların derdine çok ciddi ilaç olacak. Gıda sektöründe Walmart geleneksel yöntemle 6 günde tespit ettiği menşei, blok zinciriyle 2.2 saniyede tespit edebiliyor.

 

ŞİRKETLER NEDEN BITCOIN’E YATIRIM YAPIYOR?

Kripto paralar çok genç bir piyasa. Yüksek riskli olduğu bir gerçek. Çünkü regülasyonlar daha yeni yeni geliyor. Piyasada 10 binin üzerinde bir kripto varlık var. Uzmanlara göre; bunların çok büyük bir kısmı girilmeyecek olan varlıklar… Tesla, şubat ayında Bitcoin’e 1.5 milyar dolar yatırım yapacağını açıkladığında manşetlere çıkmıştı. Ancak, elektrikli otomobil üreticisi olan Tesla, önemli bir Bitcoin yatırımı yapan ne ilk ne de tek ABD şirketi. Peki ama borsaya kayıtlı şirketler neden kripto paralara yatırım yapıyor? Büyük bir yatırımla kripto pazarına giren ilk ABD şirketi Microstrategy oldu. Bir yazılım şirketi olan Microstrategy, Ağustos 2020’de, finansal rezervlerinin 250 milyon dolarını Bitcoin’e yatırdı. O zamandan beri giderek daha fazla kripto para satın alıyor. Mayıs ortasında yaşanan sert fiyat düşüşünün ardından şirketin CEO’su Michael Saylor, daha fazla Bitcoin satın aldıklarını açıkladı. Yaklaşık bir ay önce şirketin BTC varlıklarının toplam değeri 2.25 milyar dolara eşitti. Microstrategy CEO’su artık kendisini bir kripto savunucusu olarak görüyor ve “Şirketler için Bitcoin’i bir değer saklama aracı olarak önerirken diğer şirket yöneticilerine kripto dünyasına girmeleri konusunda tavsiyelerde bulunuyor. Time Magazine ile yaptığı bir röportajda Saylor, Elon Musk’a attığı tweetlerin Tesla’nın Bitcoin yatırımı yapmasında kısmen etkili olduğunu ima etti. Peki ama neden büyük şirketler rezervlerini kripto paralara yatırıyor? Saylor, Microstrategy için milyar dolarlık yatırımın enflasyona karşı bir koruma olduğunu söylüyor ve “Bitcoin, dijital altındır” diyerek, misyonunun “dünyanın bilançolarını düzeltmek” olduğunu öne sürüyor. Tesla’da bu misyonun yakında gerçekleşmesi muhtemeldir. Şirket, 2021 yılının ilk çeyreğine ilişkin raporunda, Bitcoin satışından 101 milyon dolarlık kâr elde ettiğini açıkladı. Tesla, bu olaydan birkaç hafta sonra Bitcoin’i şimdilik bir ödeme aracı olarak kabul etmeyeceğini açıklasa bile, hâla elinde Bitcoin tutuyor. Bir ödeme hizmeti sağlayıcısı olan Square, Bitcoin’e yatırım yapmaya geçen sonbaharda başlamıştı. Bitcoin rezervlerinin şu anda 220 milyon dolar değerinde olduğu ve likit varlıklarının yüzde 5’ine tekabül ettiği belirtiliyor. 2021 yılının ilk çeyreğinde Square, 20 milyon dolar değerinde bir zarar bildirdi. Ödeme hizmeti sağlayıcısı olan şirket, şimdilik daha fazla Bitcoin yatırımı yapmak istemiyor. Square, “Bitcoin Clean Energy” (Bitcoin Temiz Enerji) girişimi ile kendisini kripto paraların çevre sorununa adamış görünüyor. Büyük şirketler için bir yatırım stratejisi olarak Bitcoin’e yönelik baskı, çoğunlukla ABD’den geliyor. CNBC tarafından yapılan küresel bir CFO anketinde, ankete katılan kişilerin yüzde 80’i Bitcoin’i ne bir ödeme yöntemi olarak kabul edilmesi ne de bilançolarda görünmesi gereken bir balon olarak gördü. Bununla birlikte, yaşanan halihazırdaki gelişmeler, dijital varlıkların sadece özel yatırımcılar için değil şirketler için de alternatif bir yatırım stratejisi olabileceğini gösteriyor.

 

Fıntech yatırımları dünya rekoru kırıyor

Bloomberg HT televizyonunda Finansal Teknoloji programına konuk olan SC Yönetim & Danışmanlık Kurucusu Dr. Soner Canko, önümüzdeki beş yılda dünyanın en gelişmiş 10 ekonomisinin beş tanesinde CDBC denilen merkez bankalarının dijital para birimlerinin artık kullanıma geçeceğini söyledi. Önümüzdeki dönemde bankacılıkta kullanılan teknolojilerde büyük değişim yaşanmasını beklediklerini kaydeden Canko, “Özellikle bulut teknolojileriyle bugüne kadar büyük veri merkezlerinde kendi alanlarımızda yaptığımız veri yönetiminin buluta taşınacağını ve bankacılıkta kullanılan teknolojilerin bu anlamda büyük bir değişime uğrayacağını öngörüyoruz” diye konuştu.E-ticarette değişen tecrübenin de altını çizen Canko, özellikle pandemi ile birlikte fiziksel ve geleneksel ticaretten e-ticarete geçildiğini, artık gündemde değişen e-ticaret tecrübesi olduğunu vurguladı. Canko, artık gündemde bir biriyle konuşan uygulamaların, hızlanan, kolaylaşan, basitleşen müşteri talepleri olduğunu sözlerine ekledi. Gündemdeki bir diğer önemli konunun da veri platformları olduğunu kaydeden Canko, “Bugüne kadar işletim sistemleri bilgisayar teknolojilerini çalıştırmak için kullanılıyordu. Bundan sonra büyük veriyi yönetmek için işletim sistemlerine ihtiyaç var. Bu anlamda finansal teknolojilerde büyük bir dönüşüm, değişim bekleniyor. Artık verilerin yönetildiği işletim sistemi ve platformların gelecekte bizi beklediğini söyleyebiliriz” diye konuştu. Canko, geleneksel bankaların da artık eskisi kadar sessiz kalmadığını, hızlandığını ve fintech alanındaki gelişime kendince cevap verdiğini gözlemlediklerini sözlerine ekledi. Türkiye fintech sektöründe 2021 yılının ilk yarısında bir önceki yılın anı dönemindeki rakamlara paralel güzel gelişmeler olduğunu kaydeden Canko, 11 adet yatırım ile 11.5 milyon dolarlık yatırım söz konusu olduğunu belirtti. Rakamlara private equity yatırımlarının dahil olmadığını ifade eden Canko, o tutarın da eklenmesiyle fintech yatırımlarının geçen yılın üzerinde seyrettiğini söyledi. Startups.watch verilerine göre, 29 Haziran itibarıyla Türkiye’de bu yıl 5 fintech girişimi kurulduğunu belirten Canko, “Bu dikkat çekici bir unsur. Fintech girişimlerimizin sayısı hız kesmemeli. Daha fazla artmalı. Fintech girişimciliğini özendirmeliyiz” dedi.

 

ZEYNEP AKTAŞ

EKONOMİ YAZAR

‘Faiz ve enflasyon son çeyrek radarda olacak’

“Yılın son çeyreğine doğru yaklaşırken yatırımcının ana gündemi birikimlerin enflasyon karşısında erimemesi. Piyasada gözler faizin ne olacağına çevrili... Piyasalarda yeni hareket alanları oluşuyor. Zira yılın son çeyreğine yaklaşıyoruz. Yatırımcı gündeminde birikimlerin enflasyon karşısında erimemesi ve faizin ne olacağı var. Yatırımlar bu ikili arasında kendine yön arıyor, reel getiri peşinde koşuyor. Geldiğimiz aşamada mevduattaki stopaj avantajı nedeniyle hâlâ para TL’de. Ancak TCMB Başkanı Şahap Kavcıoğlu’nun açıklamaları sonrası faizin enflasyonun altında kalabileceği de yorumlanmaya başladı. Bu nedenle portföyler yeniden şekilleniyor. Yeni para girişine neden olacak adımlar atılmadıkça kurlarda bu seviyeler taban olarak kalabilir. Piyasanın gündeminde şu beş konu öne çıkıyor:

1- Merkez bankalarına ilişkin gelişmeler,

2- Dış piyasaların seyri,

3- Enflasyona ilişkin gelişmeler,

4- Merkez’in nasıl bir faiz kararı vereceği,

5- Pandemi sürecine ilişkin belirsizlikler.

 

 

MAHFİ EĞİLMEZ

EKONOMİST

ENFLASYON - FAİZ

“Son günlerde enflasyon ile faiz arasındaki neden – sonuç ilişkisi yeniden gündeme geldi. Bu kez hangisinin neden hangisinin sonuç olduğundan çok faizi artırınca enflasyon düşer mi düşmez mi tartışması gündemdeydi. Her şeyden önce bu soruyu doğru yanıtlamak için neden – sonuç ilişkisini doğru kurmamız gerekiyor. Bunun için de önce enflasyonun kaynağını belirlememiz gerekiyor. Enflasyon iki şekilde karşımıza çıkar: Talep enflasyonu ve maliyet enflasyonu. Talep enflasyonu; talep edilen miktarın arz edilen miktardan fazla olmasından kaynaklanır. Bunun da en bilinen nedeni piyasadaki para arzının fazlalığıdır. Eğer piyasada para fazla mal azsa o zaman enflasyon olur. Bu tür enflasyonu önlemenin bir yolu faizleri artırmak olabilir. Faizler artarsa insanlar tüketimden kısıp tasarrufa yönelirler bu da piyasada oluşan talep fazlasını giderir ve enflasyon frenlenebilir. Enflasyon oranı yüzde 19,25 iken net nominal faizler yüzde 18,50 ise insanlar tasarruf yapmayı seçmez, ellerindeki parayı bir an önce harcayıp enflasyon etkisini azaltmaya çalışırlar. Hele bir de ölçülen enflasyonun yanlış olduğu, doğrusunun yüzde 30’larda olması gerektiği inancı yaygınsa o zaman ne bulursa alıp stoklamaya yönelirler. Bu harcama artışı enflasyonun daha da artmasına yol açar. O halde eğer talep enflasyonu geçerliyse o zaman enflasyonu doğru ölçüp gerçek durumu açıklamak ve faizi de mutlaka o oranın üzerinde bir oran olarak belirlemek gerekir. Eğer böyle yapılmaz faiz, gerçek enflasyonun altında belirlenirse o zaman faiz artışı enflasyonu önleyemez.

Maliyet enflasyonu; üretim maliyetlerine giren faktör fiyatlarında (ücret, faiz, rant ve kâr) ya da üretimde kullanılan çeşitli girdilerde (elektrik, doğal gaz, su vb) çeşitli nedenlerle ortaya çıkan artışların fiyatlara yansıtılmasıyla ortaya çıkar. Bunu önlemenin yolu faiz artışı değildir. Faiz artışı, kredi maliyetlerini yükseltmesi gibi nedenlerle, tam tersine burada enflasyonu artırıcı etki yaratabilir. Bunun bir tek istisnası vardır: Kur artışı. Eğer bir üretim sistemi yoğun ithal girdi kullanarak üretim yapıyorsa o zaman kur artışından çok etkileniyor demektir. Kur artışı maliyet enflasyonunun önemli bir parçasıdır. Faiz artırarak sonsuza kadar kur ve enflasyon sorununu çözmek mümkün değildir. O nedenle ilişkiler denklemini doğru kurmak ve çözümü ona göre oluşturmak gerekir. Günümüzde tartışılan ilişki şöyle görünüyor: Enflasyon- Faiz. Oysa bu buzdağının yalnızca görünen bölümüdür ve ona bakarak kalıcı çözüm üretmek mümkün değildir. Olsa olsa faizi artırarak geçici çözümler sağlanabilir. Gerçek durum şöyledir: Bizim tartıştığımız bölüm sadece bu en sondaki Enflasyon – Faiz meselesidir. O nedenle de kalıcı çözüm üretemiyoruz. Kalıcı çözüm üretebilmemiz için en baştan ülke riskindeki yüksekliği nasıl giderebileceğimizden başlamamız gerekiyor. Onun da ucu yapısal reformlara dayanınca hepsini atlayarak yine en sondaki ilişkiye gelip çözümsüz kalıyoruz: Enflasyon-Faiz.”

 

Ekonomik güven endeksi arttı

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yapılan açıklamaya göre, ekonomik güven endeksi Haziran ayında 97.8 iken, temmuz ayında yüzde 2.3 oranında artarak 100.1 değerine yükseldi. Ekonomik güven endeksindeki artış, reel kesim (İmalat sanayi), hizmet, perakende ticaret ve inşaat sektörü güven endekslerindeki artışlardan kaynaklanıyor. Reel kesim güven endeksi bir önceki aya göre temmuz ayında yüzde 2.1 oranında artarak 112.1 değerini, hizmet sektörü güven endeksi yüzde 5.8 oranında artarak 114.8 değerini, perakende ticaret sektörü güven endeksi yüzde 3.7 oranında artarak 109.6 değerini, inşaat sektörü güven endeksi yüzde 4.7 oranında artarak 86.3 değerini aldı. Tüketici güven endeksi yüzde 2.7 oranında azalarak 79.5 değerini aldı.