Türkiye Cumhuriyeti Yatırım ve Kalkınma Ajansı Başkanı Arda Ermut, 2018'e kadar hayata geçirilmesi planlanan yeni nesil yapısal dönüşüm programlarıyla, Türkiye'nin her yıl çekeceği uluslararası doğrudan yatırımın ilk aşamada 20 milyar dolar seviyelerine çıkarılacağını söylüyor. 2001 yılında yaşanan krizin ardından yapısal reformları hayata geçiren Türkiye, zaman içerisinde başarıyla uygulanan bu reformlar sayesinde, uluslararası doğrudan yatırım (UDY) alanında ciddi bir potansiyel yakaladı. Yapılan reformlar sayesinde yatırımcı dostu bir iş ortamına kavuşan Türkiye, şu an geldiğimiz noktada her yıl 10 milyar doların üzerinde UDY çekebilme kapasitesine ulaştı. Bu potansiyelin 2018’e kadar artacağını söyleyen Arda Ermut, bulunduğu bölgenin ekonomik büyüklüğü, genç ve dinamik nüfusu, büyüyen orta sınıfı, ülke ekonomisinin sağlam makro dengelere sahip olması ve hâlihazırda yatırım yapmış olan uluslararası yatırımcıların oluşturduğu ağın etkisinin, Türkiye’nin UDY çekme potansiyelini daha yukarılara taşıyacağını söylüyor. Türkiye’nin ekonomisini makroekonomik olarak değerlendirdiğinizde doğrudan yabancı yatırım durumunu ve potansiyelini nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye, 2001 yılında yaşanan krizle birlikte çok kapsamlı bir makroekonomik reform programını gündemine alma ihtiyacı hissetmiş ve 2002 yılından sonra bu reformları birbirini tamamlayacak şekilde uygulamaya başlamıştır. Jeostratejik konum gibi doğal avantajlara ve büyümeyi tetikleyebilecek ekonomik dinamiklere sahip olan Türkiye’de, 2002 yılına kadar zayıf bir performans gösteren uluslararası doğrudan yatırımlar (UDY), söz konusu program kapsamında önemli reformların yapıldığı alanlardan biri olarak ön plana çıkmıştır. Yapılan reformlar sayesinde yatırımcı dostu bir iş ortamına kavuşan Türkiye, şu an geldiğimiz noktada her yıl 10 milyar doların üzerinde UDY çekebilme kapasitesine ulaşmıştır. 2002 yılı öncesi dönemde toplam 15 milyar dolar UDY çekildiğini düşündüğümüzde, Türkiye’nin bu konuda ciddi bir mesafe kat ettiğini belirtebiliriz. Bununla birlikte, Türkiye’nin hala potansiyelinin altında UDY çekiyor olduğu da bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır. Bulunduğu bölgenin ekonomik büyüklüğü, genç ve dinamik nüfusu, büyüyen orta sınıfı, ülke ekonomisinin sağlam makro dengelere sahip olması ve hâlihazırda yatırım yapmış olan uluslararası yatırımcıların oluşturduğu ağın etkisi, Türkiye’nin UDY çekme potansiyelini daha yukarılara taşımaktadır. Bu potansiyel göz önünde bulundurulduğunda, 2018 yılına kadar hayata geçirilmesi planlanan yeni nesil yapısal dönüşüm programlarının, Türkiye’nin her yıl çekeceği UDY miktarını ilk aşamada 20 milyar dolar seviyelerine çıkaracağını düşünmekteyiz. Tüm dünyada etkisini gösteren global krizin Türkiye’nin doğrudan yabancı yatırımlarına nasıl bir etkisi oldu? Son iki yılı rakamlarla değerlendirir misiniz? 2008-2009 küresel mali krizi öncesindeki dönemde hemen hemen her bölgede ve dünya genelinde UDY hacmi artış eğilimi sergilemekteydi. 2008 yılında dünyadaki toplam UDY akımları 2002 yılına göre üç kat artışla 1,9 trilyon dolar seviyesine ulaşmış durumdaydı. Ancak 2008-2009 küresel mali krizinin ortaya çıkması ve dünya ekonomilerinin derinden sarsılması neticesinde doğrudan yatırımlar da azalmaya başladı. Kriz sonrası dönemi kriz öncesi dönemden ayıran en önemli özellik hem toplam pastanın bir anda küçülmesi hem de kriz öncesinde yakalanan artış ivmesinin sürdürülememiş olmasıdır. Bununla beraber, UDY miktarında da ciddi dalgalanmalar yaşanmış ve Batı Asya ile Avrupa bölgelerinde düşüş eğilimine girilmiştir. Bu konjonktüre rağmen Türkiye’ye gelen UDY, kriz sonrası dönemde hızlı bir toparlanma göstermiş ve Türkiye krizde görmüş olduğu en dip noktaya göre en çok artışı yaşayan ülkelerden biri olmuştur. Özellikle Batı Asya ve Avrupa’da hiçbir toparlanma emaresi görünmezken, Türkiye’nin istikrarlı bir şekilde UDY çekebiliyor olması, uluslararası yatırımcıların ülkemiz ekonomisi ve potansiyeline olan güveninin devam ettiğini kanıtlar niteliktedir. 2014 yılına bakıldığında da genel eğilimde bir değişiklik olmadığı görülmektedir. Küresel UDY pastasının 2014 yılında da küçülmeye devam ederek 1,4 trilyon dolar seviyesinden 1,26 trilyon dolar seviyesine ineceği tahmin edilmektedir. Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu Batı Asya bölgesindeki siyasi belirsizlik ve gerginliklerden dolayı bu bölgeye gerçekleştirilen UDY ihracında da ciddi bir azalma olması beklenmektedir. Türkiye’nin ithal ettiği UDY hacmini 2013 yılına göre az da olsa artırması ve uzun vadeli ortalamasının üzerinde tutması olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmelidir. Global konjonktürü değerlendirdiğinizde nasıl bir 5 yıllık beklenti içerisindesiniz? Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ekonomiler hala 2008-2009 küresel mali krizinin mirasını paylaşmak ile uğraşıyor; ancak maalesef burada olumlu anlamda bir mirastan bahsedemiyoruz. Küresel mali kriz, ekonomik büyümenin yavaşlaması, işsizliğin artması, ülke risklerinin yükselmesi ve küresel ticaretin yavaşlaması gibi sorunları arkasında miras olarak bıraktı. UDY akımlarının azalması da bu olumsuzlukların doğal bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu pencereden baktığımızda, özellikle gelişmiş ülkelerin bu mirastan daha fazla pay almaya aday olduğunu söyleyebiliriz; zira bu ülkeler hem UDY kaynağı hem de UDY alıcısı olarak etkilerini kriz öncesi döneme oranla ciddi şekilde kaybetmiş durumdalar. Bunun aksine, Uzak Doğu Asya ülkeleri kriz sonrasındaki hızlı toparlanmalarını devam ettirmektedir. Önümüzdeki beş yıllık dönemde de bu eğilimin devam edeceğini, başta Çin olmak üzere Uzak Doğu Asya ülkelerinin UDY kaynağı ve UDY alıcısı olarak çok önemli bir konuma geleceğini düşünüyoruz. Türkiye’nin en çok doğrudan yabancı yatırım alan sektörleri neler? Son dönemde öne çıkan sektörler var mı? Ülkemize gelen UDY miktarı 2002 yılından bu yana kayda değer bir artış göstermekteyken, UDY’nin geldiği sektörlerde de bir değişim yaşanmaktadır. Örneğin, 2002-2010 döneminde ülkemize gelen UDY’nin yaklaşık % 71’i hizmetler, % 18’i imalat, % 9’u da enerji sektörüne yönelikti. 2011 yılı sonrası dönemde ise imalat sektörünün payı % 28’e, enerji sektörünün payı % 21’e çıkarken, hizmetler sektörünün payı % 48’e gerilemiştir. İmalat sektörü özelinde ise bilgisayar, elektrik-elektronik ve optik ürünler imalatı ile kimyasal ürünlerin imalatı ön plana çıkmaktadır. İmalat ve enerji sektörlerinin payının artması, ülkemizin küresel değer zincirinde daha üst sıralara çıkması ve ülkemizin ithalata olan bağımlılığının azalması açısından oldukça önemlidir. Enerji, gayrimenkul ve sağlık sektörünü doğrudan yabancı yatırım anlamında nasıl değerlendirirsiniz? Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, ülkemize gelen her uluslararası yatırımı, büyüklüğüne ve geldiği sektöre bakmaksızın önemsiyoruz ve gerçekleşmesi için bize verilmiş olan tüm imkânları sonuna kadar kullanıyoruz. Zira uluslararası yatırımlar ülkemize sadece finansal sermaye girişi sağlamayıp aynı zamanda çarpan etkisiyle ekonomimize katma değer de sunmaktadır. Hatta belki daha da önemlisi, ülkemizin yatırım ortamına duyulan güvenin bir çeşit tescili olmakta ve gelecekte yapılacak yatırımları da mümkün kılmaktadır. Bu anlamda bahsettiğiniz sektörler hem ekonomik büyüklükleri hem de ülkemiz yatırım ortamına sundukları kazanımlar açısından oldukça önemlidir. Enerji sektöründen bir örnek verecek olursak, sadece TANAP projesinin ekonomiye toplamda 50 milyar dolar düzeyinde katma değer sağlaması beklenmektedir. Projede 1,5 milyar dolarlık 1,3 milyon ton çelik boru kullanılacak ve bunun 1,1 milyon tonu Türkiye’de üretilecektir. Ayrıca 19 ilden geçecek hattın yaklaşık 15.000 kişiye istihdam sağlaması beklenmektedir. TANAP ve benzeri diğer enerji projeleri aynı zamanda ülkemizin mevcut ve gelecekteki enerji arzı güvenliğine de doğrudan katkı sağlamakta ve yatırımların ana unsurunu teşkil eden enerji kaynaklarına erişim imkânını da güçlendirmektedir. Ayrıca bu tür projeler ülkemizin “güvenilir enerji transit merkezi” konumunu tescil ederken, gerçek manada bir enerji üssü olması yolunda da önemli katkılar sunmaktadır. Benzer durumlar gayrimenkul ve sağlık sektörleri için de geçerlidir. Türkiye özellikle son yıllarda Ar-Ge ve inovasyon alanında büyük bir atılım içerisinde. Bu konuda T.C. Başbakanlık Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı olarak ne gibi çalışmalar yapılıyor? Ülkemizin 2023 yılı hedeflerine ulaşabilmesi için katma değeri yüksek üretim yapabilme kapasitesine ulaşması oldukça önemli. Bu amaçla, yeni nesil reform programlarımızda Ar-Ge ve inovasyon faaliyetlerinin artırılması ve yaygınlaştırılmasına yönelik önemli eylemler bulunuyor. Ajansımız da Ar-Ge odaklı uluslararası yatırımların ülkemize çekilmesi konusunda doğrudan görevlendirilmiştir. T.C. Başbakanlık Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı olarak ülkemizin yatırım ortamını, kaliteli ve eğitimli insan kaynakları havuzunu, Ar-Ge ekosistemini ve Ar-Ge faaliyetlerine sağlanan teşvikleri uluslararası yatırımcılara tanıtmak için büyük küçük demeden her fırsatı değerlendiriyoruz. Öte yandan, kendi sektörlerinde iyi konumlara sahip olan ve Ar-Ge faaliyetlerini bir adım öteye taşımak isteyen yerli firmaları, uluslararası yatırımcılar ve şirketlerle buluşturarak ülke ekonomisine katkı sağlayacak ortaklıkların kurulması için de çaba sarf ediyoruz.