Anasayfa / Köşe Yazısı / TURİZM SEZONUNU NEDEN UZATAMIYORUZ?

Köşe Yazısı

  • 206

TURİZM SEZONUNU NEDEN UZATAMIYORUZ?

image

Önce deniz, kum, güneş sonra temiz hava gelir. Biliyorum, böyle değil bu şarkı. Ama her yaz sezonu, her bayram ve de turizmde sıkıntı yaşanan her an, aynı nakaratı tekrarlıyoruz. Bayramların önüne/arkasına, denk gelen iş günlerini tatil edip, “Haydi buyurun eğlenceye, dinlenceye, turizmci sektöründe çarklar biraz dönsün” deniyor. Üretim cephesinden, sanayicilerden, ‘nasıl yani?’ şeklinde cılız tepkiler geliyor. Fakat değişen bir şey olmuyor. Bir tarafın çarkların durdurup, diğer tarafı döndürmeye çalışmakla, aslında ülkenin toplam ekonomik kazanımları berhava ediliyor. Bayram tatillerinin kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanlar için 9-10 güne çıkarılmasını sanayiciler üzüntüyle karşılar, turizmciler ise... Çünkü son anda uzatılmış tatil kararı çıkınca, yurtiçi ve yurtdışındaki turizm tesisleriyle vatandaşın da faydasına olacak şekilde anlaşma yapmaya, araştırmalara zaman kalmaz. Son yıllarda erken rezervasyon oranlarının yükselmesiyle, tatil fiyatlarının Avrupalılara yaklaştığına turizmciler vurgu yaparken, temel argümanları tahmin etmek çok zor değil. Erkenden tatil kararının verilmesi, planların önceden yapılmasıyla, erken rekabet/pazarlık başlıyor, tur operatörü, havayolu ve otelcilerin kısaca sektöre yön veren oyuncuların programlı hareket etmeleri sağlanıyor ve fiyatlar aşağıya çekiliyor. Bayramlara bir hafta kala verilen uzatma kararları da doğal olarak tatiller pahalı hale getiriyor. Ancak sadece tatillerle, bayramlarla değil, topyekûn turizmle ülke olarak bir alıp veremediğimiz var. Mesela son dakikada tatili uzatmayı düşünen kamu efradının, turizm ülkesi Türkiye’de turizm sezonunu tüm yıla yayabilmek için bir planı olabilir mi? Cevap aranması, el atılması gereken asıl problem bu. Üstelik tatil yapana da, yaptırana da, turizmi oluşturan yaklaşık 36 ayrı sektöre de, bölgelere de, ülkenin tamamına da katma değer sağlayacak adım, tatilleri değil, turizm sezonunu uzatmaktan geçiyor. İşe de okullardan yani eğitimden başlamak icap ediyor. Önce eğitim sezonunun ve tatillerin bölgelere göre ayarlanması icap ediyor. Şöyle düşünün; İstanbul’un Avrupa ve Anadolu yakasında okullar birer veya ikişer hafta aralıkla açılsa, yarıyıl tatilleri de aynı takvime göre devam etse nasıl olur? Sadece ülkemizde değil, tüm dünya da çocukların okulları ve tatilleri herkesi ve her kesimi yakından ilgilendirir. Hayatın akışı çocukların eğitim ve tatillerine göre şekillenir. Japonya’nın Almanya’nın ve daha birçok ülkenin yaptığını biz neden yapamıyoruz? Tüm ülkeyi aynı gün okulların kapısına dikmenin ne âlemi ve anlamı var?

 

Milli Eğitim Bakanlığı’nın okulların tümünü aynı anda tatile çıkarması demek, ülke genelinde aynı anda hareketlilik, aynı anda hareketsizlik demek. Tatil başlayınca ne oluyor? Aynı günlerde Türk Hava Yolları başta olmak üzere diğer tüm havayolu şirketlerinde, otobüslerde, otellerde, karayollarında, eğlence ve tatil mekânlarında doluluk oluyor. Tatil bitince de her yer boşalıyor. Bu tablo aynı zamanda yönetilmesi gereken büyük bir sorun, büyük bir israf, ekonomiye de büyük yük ve zarar veren sıkıntı demek! Bu işin mantığı olmadığı çok sarih, ama hiçbir makam, yaklaşık 80 milyon nüfusuyla, 7 bölgede hayat süren bu ülke insanı için insanca bir yaşamı arzulamıyor. Aynı anda dört mevsimin yaşandığı kocaman bir ülkede, 80 milyon aynı anda tatile çıkıyor. Sebep? Örnek; 15 günlük yarıyıl tatillerinde, doluluk ve tabii olarak da pahalılık söz konusu oluyor. Hâlbuki kışın 15 günlük yarıyıl tatil, Türkiye’nin bölge, nüfus ve diğer parametrelerine göre aylara yayılsa, hem tesisler rahat edecek, istihdamı artacak, verimliliği yakalayacak, hem de vatandaş telaşsız ve uygun fiyatlarla tatilini yapacak. Böyle bir düzenlemeyle de sadece işin turizm boyutunda fayda sağlanmıyor. Say say bitmez bir sürü katma değeri söz konusu. Ulaşım, kırtasiye, tekstil, kitap gibi birçok sektörde iyileşmelerin, planlamanın, verimliliğin, kalitenin ve daha bir sürü şeyin önü açılıyor. Ayrıca dar zamanlara sıkışmış tatillerde zorunlu olarak yurtdışına çıkışlarında önü kesilmiş olacaktır. Çünkü kış tatilinde Uludağ’da 1 gecelik oda fiyatı ulaşım hariç 600 TL civarlarında olurken, tatile bir gün kala veya sonrası aynı oda 200 TL’ye iniyor. Aynı dönemlerde Bulgaristan’da 1 haftalık kayak turu ise ulaşım dâhil yaklaşık 250 Euro. Aynı manzara yaz tatili için de geçerli. Sezonun başlamasıyla 5 yıldızlı otelin gecesi 300 TL. Oysa tatil başlamadan bir gün önce aynı otelin gecelik fiyatı 100-150 TL. Yaz tatili bitince de 70-80 TL. Dolayısıyla Rize’deki öğrenciyle, Marmaris’tekini aynı tarihlerde tatile çıkarmanın bir mantığı yok. Zaten dini ve resmi bayramlarda, hep beraber tatile çıkma geleneğini yerine getiriyoruz. Pek fazla yapacak bir şey de yok. Ama bu zaman zarflarında da devlet, hesap kitap yapmadan, son dakika programları açıklamasın, sürpriz yapmasın. Senenin başında, hangi bayramın hangi güne denk geleceği belli. Planlama da buna göre önceden yapılırsa, tur organizasyonları, tatil programları kendiliğinden makul noktaya gelecektir. Ayrıca turizm sektörünün gelişmesinin yolu, iç turizmin kaliteli yapılmasından geçer. Kendi insanınızın, vatandaşınızın gönül rahatlığıyla konaklayamadığı, gezemediği, eğlenemediği, yiyip-içemediği bir yere yabancı turisti çekmekte zorlanırsınız. Turizmi de sıkışmış olduğu kalıplarının dışına çıkarıp, ülke sathına yaymazsınız. Çeşitlendirmeyi de başaramazsınız, sezonu da uzatamazsınız. Deniz, kum, güneş üçlüsüne gelip, her şey dâhil sistemiyle otel dışına adım atmayan bir turist kitlesinden istenen verimlilik sağlanamadığı gibi böyle tesislere gelenlerin seviyesini de yükseltmekte zorluklar yaşarsınız. Tarihi de kültürel değerlerinizi de kıymetsizleştirirsiniz. Hâsılı kelam; Bu turizm anlayışının değişmesi için eğitimden başlamak şart. “Turisti ‘müşteri’ değil, ‘misafir’ olarak görüyoruz” hamasetiyle de yol kat etmek çok zor. Her turist alışveriş yapan bir müşteridir. Bedavaya gelen, umduğunu değil, bulduğunu yiyen misafir hiç değildir.