Türkiye'nin ilk özel şirketi olan Şekerci Ali Muhiddin Hacı Bekir, 239 yıllık geçmişinde markalaşmanın önemini en iyi gösteren şirketlerden biri oldu... Ünlü Amerikan dizisi Law and Order’ın bir bölümünde şöyle bir replik geçiyor: “Dünyanın en iyi şekeri, Hacı Bekir. İstanbul’dan getirdim.” Türkiye’nin ilk özel şirketi, dünyanın en eski 100 markasından biri olan Hacı Bekir’in adını buna benzer daha pek çok uluslararası platformda duymanız mümkün. Zira yaklaşık iki buçuk yüzyıllık bilgi birikimiyle bugün beş farklı kıtaya şekerleme ihraç eden Hacı Bekir, dünyada özellikle lokum denince ilk akla gelen tatlıcılardan biri haline geldi. Bu köklü aile şirketinin başarı hikayesi, 1777 yılında Kastamonu’nun Araç ilçesinden İstanbul’a gelerek Bahçekapı Semti’nde küçük bir dükkan açan Şekerci Hacı Bekir Efendi ile başlıyor. Bu küçük dükkanda akide gibi çeşitli şekerlemeler imal edip satan Hacı Bekir, 1811 yılında Alman bilim adamı Kirehhoiff’un bulduğu nişastayı un yerine kullanarak, şeker ve nişasta bileşimi ile lokum üretme tekniğini geliştiriyor ve tüm dünyayı saran lokum efsanesi böylece başlıyor. Hacı Bekir’in yarattığı lokumu taklit etme çabaları batıda jel şekerlerin icadına vesile oluyor. Sadece Türk lokumu ile değil, sallama kazanlarda yapılan badem şekerleri ve haşlanmış bademlerin şeker şerbeti ile yoğrulması ile hazırlanan badem ezmeleriyle de günümüze kadar ulaşan iki yüzyılı aşkın bir marka efsanesini yaratan Hacı Bekir, Osmanlı döneminde II. Mahmud tarafından sarayın Şekercibaşı’lığını getirildi, sarayın tüm şekerlemeleri onun elinden çıktı. Hacı Bekir’in vefatından sonra işleri önce oğlu Mehmed Muhiddin Efendi, onun vefatından sonra da torunu Ali Muhiddin Hacı Bekir devraldı ve her ikisi de aynı sorumluluk anlayışıyla sarayın Şekercibaşı’lık ünvanı korumaya ve işlerini büyütmeye devam etti. Mehmed Muhiddin Efendi, saray tarafından uluslararası fuarlarda Osmanlı şekerlemelerini tanıtmakla görevlendirildi ve bu deneyimlerinde batılı ülke katılımcılarının birer marka kullandığını gözlemleyerek yurda dönüşünde, Osmanlı’nın ve firmasının ilk markasını oluşturdu. Türkiye’nin ilk logosunu yaratıp kullanmaya başlayan şirket, markalaşma anlamında Türkiye’de bir ilk oldu. Mehmed Muhiddin Efendi’nin ardından göreve gelen küçük oğlu Ali Muhiddin ise 1900’lü yılların başında günümüzde görülebilen türden uluslararası girişimlere imza atarak şirketi bir dünya firmasına dönüştürdü. Mısır’ın iki büyük kenti Kahire ve İskenderiye’de Hacı Bekir şubeleri kuruldu. Cumhuriyet döneminde Paris, New York, Kuzey Afrika, Moskova, Köln, Londra, Bakü gibi çeşitli pazarlara yönelik tanıtım faaliyetlerine hız verildi ve bugünkü küresel başarının temelleri atıldı. Gelelim günümüzde adı üç nesli kapsayacak şekilde “Şekerci Ali Muhiddin Hacı Bekir” olarak değiştirilen bu köklü Türk markasının bugünkü gelişimine… Bugün ailenin dördüncü ve beşinci nesil üyeleri tarafından yönetilen firma kendine ait dört dükkan, bir franchise işletme ve muhtelif bayi ve yurdışı temsilcilikler kanalı ile büyümeye ve kendini geliştirmeye devam ediyor. Şekerci Ali Muhiddin Hacı Bekir’in 4. kuşak temsilcisi ve Yönetim Kurulu Başkanı Doğan Şahin’in kızı Hande Celalyan, ailenin 5. kuşak üyesi olarak şirketin modernleşme ve inovasyona bakışına dair sorularımızı şöyle yanıtlıyor: “Biz asırlardır ticari faaliyetimiz kapsamında (tamamlayıcı olarak çikolata, pasta, makaron gibi modern ürünler sunmakla birlikte) geleneksel şekerlemeler üretiyoruz. Bunlar, yaşadığımız coğrafyada yüzyıllardan beri kullanılan anonim tariflerden derlenmiş ve kısmen Hacı Bekir bünyesinde inovasyonlar sayesinde mükemmelleştirilmiş özgün reçetelerden oluşuyor. Yapımında geleneksel metodlar esas olmakla birlikte geçen çağlar içinde teknolojik gelişmeler ve kanuni yönetmelikler çerçevesinde bir modernleşmeden geçiyoruz. Bunu alaturka pişirme sisteminin modern çağın gerek ve imkanları ile harmanlanması gibi düşünebilirsiniz” diyor. Peki Türkiye’nin en eski aile şirketi, önümüzdeki dönemde kurumsallaşma ve büyüme adına nasıl bir yol izleyecek? Bu anlamda bugüne kadar aile şirketi olmanın avantajlarını yaşadıklarının altını çizen Hande Celalyan bu yapıyı koruyacaklarını şu sözlerle belirtiyor: “Aile içindeki dinamikler (otorite, kontrol, dayanışma ve motivasyon) iş hayatına doğru yansıtılabilirse başarıya götürür. Altı nesildir aile şirketimizi sürdürürken bize hala büyük dedemizin prensipleri, misyonu ışık tutuyor. Bu noktada nesiller boyu aynı ilkelere bağlı olabilmek çok önemli. Kariyer olarak yeni neslin de ayni hedefleri benimsemesi bizim için bir şans oldu.” İleriki nesillerde ailenin genişlemesi ile bütün bireyleri tatmin edecek bir şirket yapısı için çağa ayak uydurmanın çok önemli olduğunu vurgulayan Celalyan, bu anlamda da profesyonel yöneticilerin şirket bünyesine katılması ile şirket kültürünün zenginleştirilebileceğine inanıyor.