SAĞLIKTA ALTINA HÜCUM!
Sağlık sigortası kuruluşu Aetna’ya verilen 69 milyar dolarlık teklif, büyük veriyi yeniden tartışmaya açtı. Aslında bu bilgiler her zaman vardı. Şimdi bunları değerli kılan analiz edilip yorumlanıyor olması. Sağlıkta meydana gelen bu radikal değişim yani verileri anlamak; yeni ‘altına hücum’ olarak yorumlanıyor. Tıbbi incelemeler, klinik deneyler, reçeteler, akademik araştırmalardan elde edilen bütün verileri topladığınızda, her gün 750 katrilyon baytlık bir üretim ortaya çıkıyor; başka bir ifadeyle dünyadaki veri üretiminin yüzde 30 kadarına denk düşen bir rakam söz konusu.
Her şey aralık ayında CV’nin sağlık sigortası kuruluşu Aetna’yı satın almak için 69 milyar dolarlık bir teklif sunmasıyla başladı. Ocak ayında, JP Morgan Chase, Amazon ve Berkshire Hathaway sağlık harcamalarını azaltmak ve toplamda 1 milyonu aşkın çalışanlarının sağlık koşullarını düzeltmek amacıyla ortak bir girişimde bulunacaklarını açıkladılar. Ardından Mart ayında da, Cigna ABD’de reçeteli ilaçların yönetiminden sorumlu Express Scripts’i 50 milyar dolar civarı bir fiyata satın alacağını bildirdi.
Hemen hemen herkes Amerika’nın sağlık sisteminin işlemediği konusunda hemfikir. Acaba daha iyi veriler ve bunların daha iyi yönetimi soruna çözüm olabilir mi? İşte Fortune, teknolojinin bir sonraki büyük dalgasını incelemeye aldı.
Peki sağlıkta, baş döndürücü rakamlarla bu satın alma furyası ne anlama geliyor? İlk bakışta, bunun rutin bir “ölçek” satın alması olduğu söylenebilir. Ancak gerçekte çok daha güçlü bir katalizör söz konusu: Yani veriden söz ediyoruz.
Daha spesifik olarak, sizin veriniz: Sizin kişisel biyolojiniz, sağlık geçmişiniz, fiziksel ve ruhsal durumunuzdaki gitgeller, nereye gittiğiniz, ne kadar harcadığınız, nasıl uyuduğunuz, vücudunuza neler girdiği ve vücudunuzdan neler çıktığı… Yalnızca birkaçını sayacak olursak her gün bir tarafa koyduğumuz veriler-laboratuvar testlerinde, tıbbi görüntülemelerde, genetik profillerde, sıvı biyopsilerde, kalp elektrolarında- ayrı ayrı bile devasa bir boyuta sahipler. Tıbbi incelemeler, klinik deneyler, reçeteler, akademik araştırmalardan elde edilen bütün verileri topladığınızda, her gün 750 katrilyon baytlık bir üretim ortaya çıkıyor; başka bir ifadeyle dünyadaki veri üretiminin yüzde 30 kadarına denk düşen bir rakam söz konusu. Bu devasa bilgi deposu aslında her zaman vardı. Ancak şimdi bir yığın yeni teknoloji, sofistike ölçüm aletleri, yaygın bağlantı ağları ve bulut, ve de evet, yapay zeka sayesinde, şirketler şimdiye kadar görülmemiş şekilde verileri yönetebiliyor ve anlamlandırabiliyorlar. Scripps Translational Science Institute’un direktörü Eric Toppol, “Konu veriyle ilgili değil” diyor. “Analitikle ilgili. Üç ila beş yıl öncesine kadar bütün veriler yalnızca yerlerinde duruyordu. Şimdi ise analiz ediliyor ve yorumlanıyor. Sağlıkta meydana gelen en radikal değişim.”
Bu verileri almak, analiz etmek ve kaldıraçlamak yeni altına hücum olarak yorumlanıyor. Ve de bir dizi teknoloji titanı -buna gözde startup’lar dahil değil- bunun peşinde.
Alphabet yaşam bilimleri kuruluşu Verily 10 bin gönüllüden aldığı tüm biyometrik bilgiyi takip edecek, insan sağlığıyla ilgili bir “referans hattı” oluşturmayı amaçlıyor. Apple kısa süre önce iPhone kullanıcılarına kendi tıbbi kayıtlarına anlık erişim sağlayabilecek bir özellik sundu; bu uygulama, giyilebilir cihazların ciddi kalp rahatsızlıklarını saptayıp saptayamayacağına dair Stanford’un süregelen araştırmasıyla işbirliğini de içeriyor.
HASTALARA SAĞLIK, TIBBİ HARCAMALARA DİZGİN
Medicare&Medicaid Services Centers’a göre, bu kaynaktan yararlanılması hastanın durumunu iyileştirirken, yalnızca 2018’de yüzde 5,3 oranında artması beklenen tıbbi harcamaların da dizginlenmesini sağlayacak. Bu kuşkusuz, saygı duyulması gerektiren bir hedef. Ancak aynı zamanda çok kazandıran bir iş olduğunu da unutmamak gerekiyor. Ulusal sağlık hizmeti kuruluşlarından BDO direktörü David Friend, veri açısından zengin Facebook ve Google’ın reklamlardan yaklaşık 200 milyar dolar kazandığını belirtiyor. “Sağlık ise bunlardan 15 kat daha büyük bir sektör” diyor. “3 trilyon dolar harcıyoruz. Teorik olarak eğer bu iş doğru yapılsa, 15 Facebook ve 15 Google’ımız olacak. Bizi bekleyen böyle devasa bir kazanç var.”
İşte tam da bu nedenle, hastanelerden sigortacılara, ilaç ve cihaz üreticilerin -toplamda ekonominin beşte birine denk düşüyor- bu kadar çok sayıda sağlık kuruluşu bir araya gelip, kendilerini yeniden yaratıyorlar. Yelpazede dağınık bir şekilde duran bu şirketlerin baştan yeni bir düzene girmesi yalnızca sağlık sektörünün görünümünü yeniden şekillendirmekle kalmayıp, insanlara da pek çok vaatte bulunacak.
Accenture’nin baş teknoloji ve inovasyon sorumlusu Paul Daughtery gibi iyimserler “bilgi asimetresi”nin yakında hastalara, biyolojik verilerine sahip olmalarıyla yeni bir güç sunacağına inanıyor.
Gelecek yıllarda yeni güç dengesinin neye benzeyeceğini -ve de tam da şimdi neye benzediğini- görmek için Fortune girişimciler, doktorlar, hastalar ve diğer uzmanlar dahil sağlık sektöründe otuzu aşkın yöneticiyle görüştü. İşte büyük veri devrimi tıp dünyasını nasıl dönüştürüyor-ya da dönüştürmüyor.Amgen’de çalışanlara kulak verdiğinizde ise büyük veri Kaliforniya’nın biyoteknolojik ilaç geliştirme sürecini sonlandırdı ve payplaynını da önemli ölçüde yeniden şekillendirdi. Bu hikâye 2011 yılında, Ar-Ge Sorumlusu Sean Harper İzlanda’ya seyahat etmeye başladığında gündeme geldi. Şirketinin ve aynı zamanda endüstrinin ‘başarısızlık sorunu’nu çözmeye çalışıyordu; yeni ilaç adaylarının yüzde 90’ı pazar yerine çöpe gidiyordu. Harper’a göre, İzlanda sağlıkla ilgili konularda başkalarıyla karşılaştırılamayacak kadar önemli bir veri kaynağı. Bu verilerin -tıbbi ve genetik kayıtları dahil 160 bin kişinin genetik sekansı-toplanmasını İzlanda hükümeti sağlarken, verilerin toplanması ve analizi de başkent Reykjavik merkezli bir insan genetiği kurumu olan ve 1996 yılında kurulduğundan beri mali olarak ayakta kalmaya çalışan insan genetiği kurumu deCode tarafından gözden geçirildi.
Ancak deCode mali sorunlarına rağmen genetik alanındaki keşiflerin üretken bir yayıncısına dönüştü. Topladığı veriler şirketin nüfusu genetik değişkenler açısından incelemesini ve bu değişkenleri kanserden şizofreniye kadar bir dizi hastalıkta klinik sonuçlara bağlamasını sağladı. Bilgisayarların veri işleme kapasitesinin artmasıyla senkronizasyonda sekanslama maliyeti artarken, Harper ilaç keşfinde tam olarak değerlendirilmemiş bir varlık gördü: Amgen şirketi 2012 yılında 415 milyon dolara satın aldı.
Bu satın alma Amgen’in Ar-Ge sürecini tamamen değiştirdi. DeCode’un satın alınmasından önce Amgen’in aday moleküllerinin yalnızca yüzde 15’i spesifik genetik hedeflere karşı doğrulandı. Satın almanın ardından Amgen tüm ilaç adaylarını deCode veri tabanında değerlendirmeye başladı. Bu gözden geçirmenin sonucunda bazılarının bariz kaybedenler olduğu ortaya çıktı; aday moleküllerin yüzde 5’inin işlevsiz olduğu belirlendi. Yöneticiler bunun üzerine bu programları öldürdüler (buna koroner hastalıkları hedefleyen ve insan üzerindeki deneylerde de kullanılma sürecinde olan önemli bir ilaç dahil) ve ilaç için açıkça genetik hedefin bulunduğu yerlere öncelik verdiler. Amgen aynı zamanda deCode’un genetik verilerinin onayladığı onu aşkın ilaca yeşil ışık yaktı. Harper halen Amgen’in payplaynının dörtte üçünün veri tabanından alınan genetik bilgilere dayandığını ve şirketin yaptığı yatırımı fazlasıyla geri aldığını belirtiyor.
GİZLİ RAKAMLAR: TIBBİ KAYITLARIN ELE ALINMAMIŞ DEĞERİ
Duke Üniversitesi eski profesörlerinden, onkolog Amy Abernethy sağlık bilgilerinin rasgele sınıflandırılmasının kritik önemdeki en az iki kriteri karşılamaması halinde fazla bir anlam taşımayacağını söylüyor; bu kriterler kalite ve içerik. Google Ventures’ın desteklediği bir startup olan Flatiron Health’e dört yıl önce baş medikal yönetici olarak atanan Abernethy, “Tıbbi uygulamaların temel unsurlarını anlamayan birisi, ne kadar karmaşık olduğunu da anlayamaz” diyor.
Örneğin, Flatiron’un uzmanlık alanı olan kanser kayıtlarını ele alalım. Bir onkoloji EHR’sindeki en yararlı bilgilerin çoğu spesifik veri kayıtlarında tasnif edilmeyip, doktorun kayıtlarında yer alabilir. Bunlar, belli bir form üzerinde, kesin olarak sınıflandırılamayacak gözlemlerdir. Flatiron sistemini kullanan kanser merkezlerinden biri olan ve eyalette en çok kanser hastasını tedavi eden Tennesse Oncology’nin CEO’su, doktor Jeffrey Patton, “Bu elektronik kayıtlar, bize ödeme yapılması için uymamız gereken fatura ve veri toplama araç gereçleri, dokümantasyondur” diyor. Flatiron’un satış noktası ise ilginç bir biçimde insanlar. Bu tür veriler söz konusu olduğunda, insanlar sanki bilgisayara dayalı sistemin gözden kaçırabileceği bazı şeyleri tahmin edebiliyorlar. Abernethy, asıl zorluk verileri toplamak değil, bunları “temizlemek” diyor. “Ve de içeriği tam anlamadan bu gerçekten zor.”
Flatiron’u Şubat ayında 1,9 milyar dolara satın alan Roche Holding bünyesindeki Roche Pharmaceuticals’ın CEO’su Daniel O’Day, Flatiron’un halen ABD’deki aktif kanser hastalarının yüzde 20’sine sahip olduğunu belirtiyor. O’Day Fortune’a yaptığı açıklamada, Flatiron’u diğerlerinden ayıran özelliğin, gerçek dünya verilerini ortaya koyabilmesi olduğunu belirtiyor. O’Day’e göre, bu veriler o kadar iyi düzenlenmiş ki teorik olarak, kanser immünoterapisinde kullanılan Tecentriq adlı ilacın “kontrol kolu”nun yerini alabilir.
Flatiron’un sistemi teorik olarak klinik deneylerin çoğalmasına-kuşaklar boyunca, kanser ilacı araştırmalarının en önemli zorluklarından biri- ciddi bir katkıda bulunarak, spesifik hastaları uygun ilaç araştırmalarıyla eşleştirmeyi kolaylaştırabilir.
Birkaç yıl önce, Geisinger Health’teki yöneticiler, Pennsylvania sağlık sistemi bünyesindeki doktorlardan bazılarının gece geç saatlere kadar çalışıp, elektronik sağlık kayıtlarına kilitlendiklerini fark ettiler. Nedeni mi? Doktorlar gün içerisinde yapamadıkları tüm idari işleri gece halletmek için mesaiye kalıyorlardı. Geisinger CEO’su David Feinberg büyük ölçüde de bundan dolayı Amerika’nın tıp çevrelerinde bu tükenmişlik duygusunun salgın boyutuna vardığının bilincindeydi. Nitekim, verileri gözden geçirdikten sonra cesur bir karar aldı: 65 yaş ve üstü hastalara ayrılan muayene süresini iki katına çıkardı. Geisinger’deki doktorlar halen bu hastalara 40 dakika ayırıyorlar ve bunun sonucunda da, günde kabul ettikleri hasta sayısı azalmış durumda. Bu belki sistem açısından pahalı bir tercih gibi gözükebilir ama zaman içinde veriler bunun tersi bir tablo ortaya koydu. İşte bunun nedeni: Daha ayrıntılı bir muayeneye tabi tutulan yaşlı hastaların doktor ziyareti sırasında gündeme gelmeyen bir konuyla ilgili olarak acile başvurma ya da hastaneye yatırılma olasılığı daha düşüktü.
SAĞLIK SEKTÖRÜNÜN
SUUDİ ARABİSTAN’I
Eğer veriyi modern zamanların petrolü gibi düşünecek olursak, Pennsylvania’nın kırsalında 3 milyon hastaya hizmet veren Geisinger sağlık sektörünün Suudi Arabistan’ı olarak görülebilir. 1915 yılında entegre bir sistem olarak kurulan Geisinger hem hastalara sağlık hizmeti sunuyor hem de onları sigortalıyor (daha da önemlisi, her iki rolden de veri topluyor). Geisinger 1996 yılında ABD’de eksiksiz bir EHR’yi hizmete sokan ilk sağlık sistemi kuruluşlarından biri oldu. Ve o zamandan beri de bu alana yatırım yapmayı sürdürüyorlar. Hatta hastalar kayıtlarını iPhone’da bile taşıyabiliyorlar.
Bu tür klinik ve sigorta hasar verilerinin aranabilir bir formatta birleşmesiyle, Geisinger’in doktorları- notlar ve tıbbi görüntüleme gibi belli bir yapı içinde düzenlenmemiş olsa bile-verileri gerçek zamanlı olarak ve Google araması kadar kolay bir halde sorgulayabiliyorlar.
Son birkaç yıldır, büyük verinin yeni keşfedilen özellikleri ameliyat odalarının kullanımının rasyonelleştirilmesine (daha önce cerrahların işlerinin daha uzun sürdüğü bilinmesine rağmen her bir ameliyata 45 dakika ayrılmıştı), sistemdeki maliyetli değişikliğin saptanmasına ve tıbbi görüntülerin gözden geçirilmesine öncelik tanınmasına yardımcı oldu. Örneğin, yapay zekanın eğittiği bilgisayar potansiyel kalp krizi riski altında olanları belirliyor.
İlaç şirketlerinin yöneticileri yenilikçi, hayat kurtaran ilaçlar ortaya koyabilmek için yatırımın tatminkâr bir geri dönüş sağlaması gerektiğini belirtiyorlar. Ancak son zamanlarda bu tür yatırımların geri dönüşünde ciddi bir azalma var. Deloitte’a göre, 2017 yılında 12 büyük ilaç kuruluşu Ar-Ge birimlerine yatırımlarından ancak yüzde 3,2’lik bir getiri elde edebildi. Oysa 2010 yılında bu rakam yüzde 10,1’di.
İlaç sektörü bu kısır döngüden nasıl kurtulabilir? Çıkış yollarından biri ilaç keşfinin en erken aşamalarda iyileştirilmesi için yapay zekanın kullanılması olabilir. Deloitte’un konuyla ilgili açıklaması şu: “Yapay zeka klinik deneyler, sağlık kayıtları, genetik profiller ve klinik öncesi çalışmalar gibi kaynaklardan gelen devasa miktarda verinin analizine yardımcı olabilir; bu verilerden yola çıkarak da modelleri ve trendleri tanıyabilir ve tek başına araştırmacılardan çok daha hızlı bir şekilde hipotez geliştirebilir.” Nitekim Merck, Sanofi ve AstraZeneca gibi ilaç şirketleri şimdiden yapay zekayı laboratuvarlarına aldılar bile. Astra Zeneca 2017 yılında startup BERG’le anlaşma imzalayarak, yapay zeka platformunun umut veren biyolojik hedeflerde ve Parkinson gibi nörolojik hastalıklara yönelik olası etken maddelerde kullanılması için anlaşmaya vardı. Peki bu süreç nasıl işliyor? BERG CEO’su Niven R.Narain “biyolojiye geri dönerek” diyor. Hem sağlıklı hem de hasta kişilerden doku örnekleri alınarak çoklu moleküler düzeylerde analiz ediliyor, klinik verilerle birleştiriliyor ve daha sonra hedefler üzerinde denenmesi için BERG’in yapay zeka platformu üzerinden besleniyor.