Son 10 yılın gelişmelerine bakınca dünya ekonomisine peş peşe farklı konjonktürlerin egemen olduğu görülüyor. Kriz öncesinde gevşek para-düşük faizle simgelenen genişlemebüyüme konjonktürü ulusal ekonomilerde hızlı büyümeyi uyardı, sürükledi. 2007 mortgage krizi ile başlayan süreç 2008 sonrasında sert bir yavaşlama-daralma konjonktürünün hakim olmasına yol açtı. Başlangıçta uzun süreceği tahmin edilen bu resesyon konjonktürü umulandan önce göğüslenip, ters yöne çevrildi. Ulusal ekonomiler 2010 yılının ikinci yarısından itibaren yumuşak bir büyüme sürecine girdiler. Ancak, pek çok ülkenin bu büyüme konjonktürüne ayak uyduramadığı, 2012 yılında büyüme ivmelerini önemli ölçüde kaybettikleri görüldü. Bu dönemde dünya ekonomisi yeniden bir yavaşlama, büyüyememe konjonktürüne döndü. Piyasa ekonomilerinde bu tür konjonktür dalgalanmalarının nasıl yönetileceği meselesi tartışma konusudur. Olağan hallerde, ciddi bir enflasyon ya da işsizlik baskısı yokken, yani ekonomi denge civarında gezerken, konjonktürü yönetmek amacıyla olağanın dışına taşan politika tasarımı yapılması gerekmez. Ekonomi piyasa işleyişinin kurallarına göre yol alır. Politika uygulaması görece pasif bir konuma çekilir. Piyasaların işleyişine müdahaleden kaçınılır. Ekonomide dengeden uzaklaşıldığı izlenimi verecek sinyaller ortaya çıkınca, siyasi iktidarların meşrebine göre, farklı politika yaklaşımları gündeme gelebilir. Bunlardan birisi dengeden sapan bir ekonomiyi yeniden dengeye döndürmek için piyasa işleyişinin yeteceğini savunur. Bunlar özel bir konjonktür politikaları seti tasarlayıp uygulamayı gereksiz görürler. Dengeye geri dönüşte piyasa işleyişinin etkili olmasını sağlamak amacıyla politikaların görece pasif karakterde kalması öngörülür. Kamu maliyesi ve para alanında müdahaleci tasarımlar yapılmasından kaçınılır. Hatta, piyasaların işleyişini bozacağı gerekçesiyle, bu tür müdahaleci politika uygulamasını sakıncalı bulanlar da olur. Dengeden uzaklaşan ekonomilerin piyasa işleyişi ile yeniden dengeye dönmesinin mümkün olmayacağını düşünen ikinci bir yaklaşım da mevcuttur. Bunlar dengeye dönüşün ancak müdahale ile mümkün olacağını yani ekonomiye aktif biçimde müdahale edilerek konjonktürün yönetilmesi gerektiğini savunurlar. Bu amaca dönük politika setleri tasarlar ve uygularlar. Politika uygulaması aktif, çoğu kez de proaktif olur. Özellikle yavaşlama-resesyon konjonktürünün egemen olduğu durumlarda, ekonominin yeniden büyüme rayına döndürülmesi için, politikalar gevşetilerek ekonomiye müdahale edilir. Piyasa ekonomilerinde iktisat politikalarının hayat alanı bu iki anlayışa göre biçimlenir. Son 10 yılda yaşanan konjonktür kaymaları sürecinde bunların nasıl yönetilmesi gerektiğine ilişkin eski tartışmaların geri döndüğüne tanık oluyoruz. Tartışma küresel krizin ilk aşamasında başladı ama bu evrede karşıt görüşler sadece görüş olarak kaldı. Hızla daralan, dibe giden ekonomilere hemen ve büyük ölçekte müdahale edilmesi gerektiği yönünde çok çabuk fikir birliği oluştu. Büyük çaplı müdahaleler yapıldı. Hemen her yerde mali disiplin geri plana atıldı, bütçe açıkları büyütüldü. Para politikaları da ciddi ölçüde gevşetildi. Faizler düşük düzeylere çekildi. Çok sert olacağı ve uzun süreceği öngörülen yavaşlama-resesyon konjonktürü ekonomiler dibe gitmeden ters çevrildi. Bir anlamda müdahalenin erdemi kanıtlanmış gibi oldu. Kriz yarı yoldan döndürülmüştü ama müdahale ile büyüme rayına oturmuş gibi görünen ekonomiler çok geçmeden tekrar teklemeye başladılar. Adeta yavaşlama konjonktürüne geri dönüldü. Konjonktürün böyle geri dönmesi müdahalenin erdemi söyleminin gücünü azalttı. Çözümün piyasalara bırakılmasının savunanların sesi daha güçlü çıkmaya başladı. Konjonktür yönetiminde “Piyasacı mı yoksa müdahaleci mi davranmak gerekir” tartışması tüm gücüyle devam ediyor. Herkes yine kendi meşrebine göre tavır alıyor.