Anasayfa / Köşe Yazısı / EKONOMİK SAVAŞIN CEPHANESİ ÜRETİMDİR

Köşe Yazısı

  • 173

EKONOMİK SAVAŞIN CEPHANESİ ÜRETİMDİR

image

Sanayi, bir şeyden çok üretmektir. O şey, hayatın devamı için gerekenleri temsil eder… Türkiye gibi orta gelir düzeyindeki ülkede 16 milyon civarında şey vardır ve birileri bunları üretmek zorunda… Zira toplum hayatı, bu şeyler üzerinden yürüyor. Üretimi siz yapıyorsanız, sanayi sektöründe kendinize yer edinmeye başladınız demektir. Sorun, bu şeylerden ne kadarını siz üretiyor ne kadarını da başkalarından alıyor olduğunuzdur. Aklınız, sermayeniz; ne kadarına yetiyor? Yetmediği yerde kime, hangi maliyetle bağlısınız? Bu soruların cevabını verdiğimizde Türkiye’nin sanayileşme tarihini yazmış oluyoruz. Bugün şükür ki sanayinin milli gelir içindeki payı %15’ler düzeyindedir. Yeterli mi? Bunun cevabı, sanayinin niceliği kadar niteliğinden verilebilir. Her ne kadar Almanya gibi %35’lerde olmasak da Yunanistan gibi sıfıra yakın, Rusya gibi ürün ülkesi olmayışımızın avantajlarını yaşıyoruz. Bugün hizmetleri baş tacı edip sanayisini ıskalayan toplumların bir başkasına bağımlılığı ortadadır. Nicelik yeterli olmayabilir fakat daha da önemlisi, sanayinin niteliğidir. Biliyoruz ki teknoloji, sanayinin nitelik ölçüsüdür. Türkiye’de sanayi mallarının ancak %3’ü ileri teknolojiye sahip iken orta teknolojilerin payı %20’lere doğru tırmanıyor fakat geriye kalan imalat sanayi ürünleri hala düşük niteliktedir. Sanayinin nitelik sorununu ihracat üzerinden okursak, Türkiye ihracatında 1 kilogram malın ihraç değeri ancak 1,5 dolar iken, yarışta olduğumuz ülkelerde bu rakam 3 hatta 4 dolara çıkmaktadır. Bu yüzdendir ki 2023 yılında 500 milyar dolarlık ihracat nicelik hedefi verirken, kilogram fiyatında 3 dolarlık nitelik hedefini de koyduk. Bugün toplum, sanayinin nitelik sıçraması ihtiyacını kavramıştır ve inovasyon (yenileşim) kelimesi, herkesin dilindedir. Fakat bunun nasıl gerçekleşeceği noktasında kafalarımız net değil henüz. Gayretler var ancak iyiler ittifakı yok. Bu da başarı için işbirliği gerektiren pek çok alanda yavaş kalmamızı sağlamaktadır. Başka bir sıkıntı, sanayinin sermaye ihtiyacına dairdir. Sermaye birikim olmayan ülkede uzun yıllar sanayileşme, dış borç ile finanse edildi. Bu da beraberinde dış açık gibi hastalıkları taşıdı. Bugün gelinen noktada sanayi, yatırım ikliminin yalnızca yasalar ve mevzuat ile iyileşmeyeceğinin, finansa, özellikle kaliteli finansa erişimin de son derece hayati olduğunu biliyoruz. Bu konuda İstanbul Sanayi Odası’nın İSO-500 araştırması bize; sanayiye dair çok değerli veri sunuyor. Nereden geldiğimiz ve nereye doğru gittiğimize dair ölçü oluşturuyor. Görünen, sanayide konjonktürden de bağımsız yapısal sorun oluştuğu mevcut sistemle koşulacak alan kalmadığıdır. Sanayinin yatırım ihtiyacı ve finansmanın kalitesinden söz ediyoruz. Kârının üçte ikisi finansmana giden sanayi, elinde kalan ile nasıl yatırım yapsın, Ar-Ge’ye hangi kaynağı ayırsın, düşük katma değerden yüksek teknolojiye nasıl geçebilsin? Bu klasik “ucuz kredi talebi” ağlaşması değil. Bu, şimdiki ezberler, mevcut zihin yapısı, banka sistemi ve finansal araçlarla yatırım dostu iklim olmadığının ifadesi... Mevcut bankacılık sistemiyle yatırım ikliminin yeşermediği ortada... Amerikalı ünlü komedyen Bob Hope bankalara dair şu espriyi yapardı: “Bankalar, ihtiyacınız olmadığını kanıtladığınızda size borç veren kurumlardır.” Hope’un bu şakasının aslında gerçeğin yansıması olduğunu, 2008’de finansman üzerinden tetiklenen küresel kriz sürecinde gördük. Türkiye’ye geliyoruz; mevcut bankacılık sistemimiz, tam da Hope’un söylediği gibidir. Bazı iyi örnekleri özenle bir kenara bırakarak şunu söyleyebilirim ki, her 100 liralık kredi için ortalama 240 liralık teminat istenir. Finansmanın böylesine pahalı olduğu ülkede yatırımlar için dış kaynak zorunluluk halini alır, kur riskleri üstlenilir. Bu da büyümeyi dış borca bağladığı gibi cari açık üzerinde olumsuz baskı yapar. Çözüm; kalkınma bankacılığı olabilir. Finansmanın kalitesini artıracak yeni sistemler olabilir. Katılım bankacılığını başardık, kalkınma bankacılığını neden başaramayalım ki? Sanayi, bir şeyden çok üretmek demektir ve Türkiye’nin orta gelir tuzağından çıkabilmek için katma değerli şeylerden çok üretmesi gerekiyor. Finansmanı kalitesiz üstelik bu kaynağı da fahiş fiyatlı araziye yatırmak zorunda ise sanayici ne yapsın? Sanayinin yatırım ihtiyacı, başka bir sorun alanıdır ve 2011’in %8,8’lik büyümesinden bu yana yatırımlarda gözle görülür bir iştahsızlık vardır. Bunun temel sebebi her ne kadar konjonktüre bağlansa da bana göre temel sıkıntı, sanayici ruhun yavaş yavaş kaybolmaya yüz tutması olduğu söylenebilir. Görüştüğüm pek çok 3’ncü kuşak sanayici, mevcut işinden çıkıp hizmet sektörüne (moda olan restoran açma) veya AVM işletmeciliğine kaymak için babalarının ölümünü beklediklerini söylüyorlar. Bu, son derece tehlikeli bir gidişattır zira sanayi sadece ekonominin aruz direği değil aynı zamanda 3 tarafı deniz fakat 4 tarafı sorunlarla çevrili bu coğrafyada bizim varoluş güvencemizdir. Savunma sanayi misal… Terörle mücadelede şayet biz başkasının silahlarına güvenseydik bugünkü başarı düzeyini yakalayabilir miydik? Her füzenin on binlerce dolar olduğu günümüzde eğer sanayiniz yoksa başınız belada demektir. Zira artık başkasının silahıyla etkin ve sürdürülebilir savunma mümkün değil. Öncelikle silahı üretenin fahiş maliyeti söz konusu… Kıbrıs Harekâtı sonrası yaşadığımız ambargolar bir başka sorun. Stratejik teknolojilere erişim kısıtları… Elden gelen öğün olmaz o da vaktinde bulunmaz misali ihtiyaç anında savunma mühimmatı sıkıntıları… Yetmedi… Giderek akıllı hale gelen silahlar sayesinde “kurşun adres soruyor” artık. Onu üreten ülkeyle sorun yaşasan o silahı kullanamazsın. Hatta üreticinin onaylamadığı düşmana karşı da kullanamazsın. Daha da kritik olan elindeki silahı sana yöneltecek yapay zekâlı sistemler yolda. Bu durumda bizim en hayırlı işlerimizden biri kendi savunma sanayimizin gelişimi için başlattığımız seferberliktir. Tüfek, gemi, uçak, helikopter, füze ve diğerleri… Yerli marka otomobile savunma sanayi açısından da bakmak gerektiğini savunuyorum. Cumhurbaşkanımız 5 yıl önce “yerli marka otomobil üretecek babayiğit arıyorum” demişti. Gördük ki bizdeki babalar yiğit değil. Biz, mevcut babaların ikna olmasını bekleyemeyiz. Bu lüksümüz yok. Çünkü otomotiv, herhangi bir sektör değil. Bir ülkede otomotiv varsa, çok şey var demektir. 1937’de dünyanın en iyi otosunu üreten Mercedes’i 1938’de dünyanın en iyi tankını üretirken bulduk. 1937’de dünyanın en lüks otosunu üreten Rolls Royce’u, 1938’de dünyanın en iyi savaş uçağını üretirken bulduk. Prototipini tanıttığımız otomobilimizin hayata geçirilmesi için bir tarih vermeliyiz artık. Zira kendi otomotiv, savunma ve uzay teknolojilerimizin kuluçkası olacak hayati hamle bu… Savunmanın vazgeçilmezliği mutlak gerçek ise yerli marka oto da bunun gerçek şartı olacaktır. Mevcut büyümenin nitelik sorunu da masadadır. Bizler tüketerek, bugünü büyütüyoruz. Yarını büyütmek için yatırım yapmak zorundayız. Sanayici ruhunu şahlandırmak mecburiyetimiz var. Sanayici ruhunu yeniden şahlandırmak için geçmişin hayaletlerinden kurtarmamız şart. Geçmişin hayaleti, devleti dolandıran sermaye, vergi vermeyen işadamı, kamu kaynaklarıyla zengin olmak… Bütün bunların işe yaramadığını, sürdürülebilir kalkınmaya çare olmadığını yarım asırdan bu yana en yüksek maliyetten öğrendik. Şimdi farklı zihin yapısına geçmeliyiz.