Anasayfa / Köşe Yazısı / DEMOKRASİ, ÖZGÜRLÜKLER VE EKONOMİK MÜCADELE İLE DOLU 2014

Köşe Yazısı

  • 166

DEMOKRASİ, ÖZGÜRLÜKLER VE EKONOMİK MÜCADELE İLE DOLU 2014

image

2013 yılı ve daha ilk aylarını yaşadığımız 2014 için en önemli ayrıntılar ya da beklentiler neydi diye sorsalar, hemen şu iç gelişmeyi sıralayabilirim: Merkez Bankası’nın adımları, cari açık ile ilgili önlemler, Türkiye ekonomisinin kırılganlaşması. Başlıklara şöyle bir göz attığınızda hepsinin olumsuz bir tonda olduğu gözden kaçmamıştır. Maalesef insan karakterinin temel özelliği de budur. Negatif gelişmeler daha fazla akılda kalır, hatta yüzlerce olumlu gelişmelerden sonra gelen bir olumsuz ayrıntı daha önceki güzel tecrübelerin yarattığı intibayı yok eder. Siyaseti de ekonomiyi de yönetmenin zorluğu budur. Bu zorluklar bu görevlerin fıtratında var. Eski günlerin başarılarıyla yetinerek dinlenmek mümkün değil. Her şeyden önce, Merkez Bankası’nın bugünkü yönetiminin ilk göreve başladığı günlerde ciddi kuşkuyla karşılandığını; ancak çok geçmeden tavrını üretim ve büyümeden yana koyduğu için toplumdan destek aldığını; para ve sermaye piyasalarının ilk bakışta şikâyet edermiş gibi gözükse de sonradan istikrar sağlandığı için memnun kaldığını söyleyelim. Belki de en önemli çatışma Merkez Bankası’nın faiz konusundaki direnmesiyle baş gösterdi diyebiliriz. ABD Merkez Bankası Fed’in parasal genişlemeyi yavaşlatmaya karar vermesiyle, gelişen ülkeler gözden düşerken, TCMB “kendi yağımızda kavrulacağız” diyerek isabetli bir göndermede bulunmuştu. Ancak faiz konusundaki “tavırlı” duruş, yerini giderek piyasaya karşı inatlaşmaya bırakınca işler değişti. Bir dereceye kadar düşük faizlerin TL’nin aşırı değerlenmesini engelleyerek ihracata destek verdiği düşünülebilir. Ancak döviz kurlarının bir anda yükselmesiyle beraber, faiz konusunda hem tartışmalar hem de kafa karışıklıkları arttı. Finans kesimi ve bazı ekonomistler “düşük faiz döneminin” öyle ya da böyle sona erdiğini; bu sebeple Merkez Bankası’nın istikrar için faizleri artırması gerektiğini söylerken, TCMB akılları karıştıracak şekilde politika faizlerini çeşitlemeye başladı. Bir yandan makroekonomik hedeflerde bozulma baş gösterirken, diğer taraftan gösterge tahvilin faizi de % 4’lerden % 10’un üzerine çıktığını gördük. Piyasa ve Merkez Bankası arasındaki faiz inatlaşması devam ederken, enflasyon oranlarında hedeften sapıldığı görüldü. Döviz kurları yükseldikçe bu sapma devam etti diyebiliriz. Bu durum, Ankara’nın ve bazı teknisyenlerin söylediğinin tersine, döviz kurlarının enflasyona “geçiş etkisinin” hala devam ettiğini gösteriyor. İhracat ve Üretim Cephesi geride bıraktığımız 20 yıl içerisinde bu durumla çok sık karşılaşmıştı. Ancak, sanayi tesislerinin bulunduğu arazilerin değer kazanması ve gayrimenkul projelerine açılması, kur ve faizin istikrarsızlığı ve 2008 krizinin etkilerinin hala devam etmesi, sanayicileri yaptıkları işten soğutmaya başladı desek yanlış olmaz. Türkiye sanayici için avantajlı bir ülke konumundan giderek uzaklaşıyor. Bu şartlar altında ihracatın büyümenin lokomotifi olarak devam etmesi büyük bir azmin eseridir. TCMB Başkanı’nın 2013 yılının sonuna doğru “Dolar/ TL 1.92 olacak, bana güvenin demesi” ve maalesef bu iddialı öngörüsünün doğru çıkmaması, hem reel sektör hem de finans cephesinde kredibilite kaybının oluşmasına sebep oldu. Yükselen dövize yapılan direkt müdahaleler de işe yaramayınca, yapılmaması için direnç gösterilen “faiz artırımı” kaçınılmaz oldu. Diğer taraftan cari açıkla ilgili mücadele için krediler ve kredi kartlarıyla ilgili bazı radikal adımlar atıldı. Tasarruf açığını “daha az tüketerek” kapatmak ve talebin önünü keserek cari açığı durdurmak, yeni bir politika aracı olarak denenmeye başlandı. Ancak, aynı gelir seviyesinde halka daha fazla tasarruf ettirmek bir dönem sonraki milli geliri düşüreceği çok iyi bilinen bir gerçektir. Biz buna iktisatta “tasarruf paradoksu” adı veriyoruz. Hal böyleyken katma değeri artırmadan, cari işlemler açığını akut bir hastalık olarak görüp, acil müdahale aracı olarak talebin önünü kesmek seçildiği için, 2014 yılı büyüme hızının % 4’ten düşük olacağı bekleniyor. TUİK’in de kredibilite kaybından pay aldığı düşünülürse, her çıkan rakamın tartışma yaratacağını söyleyebiliriz. Büyük ihtimalle resmi verilerin sağlaması TİM gibi köklü kuruluşların çalışmalarıyla yapılacaktır. Bu yıl ekonomiyi takip için ayrıntılı bir analiz setine ihtiyaç duyacağız. Tüm bunların üzerine de siyasi tartışmalar ve seçimler de eklenince, Türkiye “kırılganların en kırılganı” unvanını aldı. Büyüme açısından da gelişen ülke ortalamasının altında olacağı, enflasyon ile mücadeleye devam edeceği, faizlerin daha yükseleceği, ulusal paranın değer kaybetmeye devam edeceği söylenen bir ülkenin işi zordur. Ancak, artık zorluklara alışmış olmalıyız. Zorluklarla mücadele bizim genlerimizde mevcut. Dolayısıyla 2014 yılı fırsatların değerlendirildiği bir yıl olmalı diyoruz. Dünyaya baktığımızda ise Fed’in “parasal genişleme” konusunda yavaşlamaya gideceği belki de bu yıl içinde tamamen durdurabileceği anlaşılıyor. Bu durumda, emisyon edilmiş doların üzerine kendi ulusal parasının türevi olan dolarları yaratmış gelişen ülkelerde sıkıntı olacağı kesin gibi. Büyüme öngörüleri gerilerken enflasyon ve faiz ile ilgili beklentiler de dalgalanma gösteriyor. Dış talep her zaman iç talebe göre daha istikrarlıdır ancak, insanların yarın ile ilgili endişeler taşıdığı bir zamanda para harcamaya hevesli olmayacakları da bir başka gerçek. Bu gerçekler ışığında ürettiğimiz mal ve hizmetleri alıcılar için “çözüm” olarak sunamazsak problem yaşayacağız. İletişim, medya, tasarım ve inovasyonu var gücümüzle kullanmamız gerekiyor.